Avrupa Birliği tarafından
finanse edilmektedir

Bu web sitesi, Avrupa Birliği’nin maddi desteği ile oluşturulmuştur ve sürdürülmektedir. İçerik tamamıyla Goethe-Institut Istanbul sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

EN
YEREL PROJELER HİBE PROGRAMI
AÇIK ÇAĞRI #1
PROJE #11
DİYARBAKIR YAKIN DÖNEM LGBTİ+ MÜCADELESİ

Aşağıda yer alan makaleyi Nadir Sönmez, Diyarbakır Yakın Dönem LGBTİ+ Mücadelesi projesinin kapsamında yazıp sahnelediği ve gösterimlerini Diyarbakır, Mardin ve İstanbul'da gerçekleştirdiği “Diyarbakır.Turizm.Romantizm.Aktivizm” oyununun üretim sürecine dair kaleme aldı.

Makale ilk olarak Sönmez'in kendi web sitesi www.nadirsonmez.com 'da yayınladı. 

https://www.nadirsonmez.com/fl%C3%B6rtvegozdag%C4%B1

Flört ve Gözdağı Arasındaki İnce Erkeklik

Nadir Sönmez

 

CultureCivic Kültür Sanat Destek Programı Yerel Projeler açık çağrısına Diyarbakır’daki yakın dönem LGBTIQ+ aktivizminden yola çıkan bir oyun yazma projesiyle başvurduğumda, konu hakkındaki bilgim, birkaç günlük Google araştırmasıyla ve Diyarbakır’da yaşayan tanıdıklarımla yaptığım telefon görüşmelerinden öğrendiklerimle sınırlıydı. En ateşli zamanlarından yıllar sonra haberdar olduğum bu kuir hareket, bir tiyatro projesi aracılığıyla tekrar gündeme gelirse; önemi üzerine düşünülmesine fırsat sunabilir, insanlara motivasyon ve ilham verebilir ve benim kısa ziyaretlerim ertesinde hafifmeşrep bir ifadeyle “aşığı” olduğum Diyarbakır hakkında, arzuladığım yönden bir intiba uyandırabilirdi.

Projeyi tasarlama aşamasında aklıma sık sık Hollandalı sanatçı Renzo Martens’in “Enjoy Poverty” isimli filmi geldi. Martens bu işinde, Kongo’da fakirliğin medya üzerinden Batı’daki insanlar için görsel temsilinin, ülkenin en önde gelen ihracatına dönüştüğünü gösteriyor ve yerli halka provokatif bir şekilde kendi sefaletinden kazanç elde etmeyi öğretmeye çalışıyor. Bu belgeseli izlediğimde, sanatın da sosyal duyarlılık kisvesiyle ele aldığı konular üzerinden bir ekonomik sömürü sistemine dahil olabileceğine dair şüphelerim artmıştı. Fransız sosyolog Geoffroy de Lagasnerie'nin “L’Art Impossible” isimli denemesini okurken de, sanatın bir kültürel tahakküm aracına dönüşmemesinin, sanatçının sorumluluğunda olduğu saptamasını mantıklı bulmuştum. Sözünü ettiğim bu referanslara yönelme sebebim, bir “outsider” olarak Diyarbakır’a has bir konuyu hangi mesafeden konuşacağımı, ne konuşacağımdan önce mesele edinmemdi. Bu mesafeyi belirlemek, sadece Diyarbakır’daki zamanımı psikolojik olarak konforlu geçirmem ve parçası olmadığım bir hikayeyi sanat uğruna suistimal etmediğimi  göstermek için değil; aynı zamanda üreteceğim işin, kariyerimin ilerlemesinde etkili olacak mercilerce dikkate alınması için de gerekli. Yani biraz hümanizm, biraz pragmatizm.

Projenin aktivist işlevini ve siyaseten savunulabilirliğini gözetmek, Diyarbakır’da hoş karşılanmamı kolaylaştırabilir. Öte yandan, yazacağım ve sahneye koyacağım metnin duygu dünyası üzerine çalışırken de, “erdemli” temkinlerimin bana ayak bağı olmamasına dikkat etmem ve düşüncelerimin zihnimde özgürce akabilmesine izin vermem gerekiyor. Bu da kendi mesleğime ve ifade özgürlüğüne karşı duyduğum sorumlulukla ilgili.

Projeyle ilgili ön araştırma yapmak üzere Diyarbakır’ı ziyaret ettiğimde, Ahmet Arif Edebiyat Müzesi Kütüphanesi’nde Diyarbakırlı tiyatro yazarı Cuma Boynukara’nın “Yoksun” isimli tiyatro oyununu gördüm. Oyun, fotoğrafçı Kevin Cartner’ın Sudan’da ölmek üzere olan Afrikalı küçük bir kız çocuğu ve onun başında duran bir akbabayı gösteren ve kendisine Pulitzer ödülü kazandıran fotoğrafı üzerinden, sanatın ve medyanın işlevine dair vicdani bir sorgulama getiriyor. Sanatsal üretim ve etik ilişkisini tartışan referanslarıma eklenen bu metnin üzerimdeki en bariz etkisi, beni bu fotoğraf ve ardındaki hikayeden haberdar etmesi. Ve tabii dünyanın başka ucundaki bu olaya duyarlı olan kişinin Diyarbakırlı bir yazar olmasının karşısında duyumsadığım, doğru yolda olma hissi.

Kendisine coğrafi olarak uzak toplumsal hareketlere duyarlı ve hatta onların parçası olan kişileri düşündüğümde aklıma gelenlerden biri Fransız yazar Jean Genet. Galatasaray Lisesi’nde okurken arkadaşlarımla “Balkon” oyunununu sahnelediğimiz ve “Hizmetçiler” oyununu oynadığımız Genet aracılığıyla bilinçaltım, o zamanlar henüz gay olduğumu söylemediğim sosyal çevreme erken coming out’umu yapmıştı. Lisenin kütüphanesinde heyecanlı bir metin keşfetme niyetiyle kitapları karıştırırken karşıma çıkan Genet’den beri, eşcinselliğin edebiyatta nasıl yer aldığına hiç tükenmeyen ve yeni keşiflerle alevlenen bir merak duyuyorum. Genet, 1970’te siyahların hakları ve ırkçılığa karşı mücadele için çalışan Black Panther Party’e destek vermek için Amerika’ya gidip, onlarla beraber eyalet eyalet dolaşıyor. Kara Panterlere Avrupa’daki gibi dini ahlakın bulaşmadığı bir siyasi bilinçle çalıştıkları için sempati duyduğunu söylüyor. Ancak ben yine de Genet’nin karizmatik stilleriyle de dikkat çeken bu aktivistlerin cazibesine kayıtsız olmadığını hayal ediyorum. Ya da kendi fantezilerimi meşrulaştırmak için kendime bir yancı arıyorum. Cinsellik politiktir, kıps.

Diyarbakır’da gerçekleştirdiğim görüşmelerden, özgürce konuşmam için teşvik edildiğimi hissediyorum. Hafif yoldaş bir arka çıkma. Öte yandan, ortaya çıkaracağım oyunun bir politik duruş sergilemesi beklentisiyle karşılanacağını seziyorum. Hafif tehditkar bir talep.

İstanbul’da bir gay barda tanıştığım genç bir Kürt, beni Üsküdar’da kendisinin gay olduğunu bilmeyen ailesiyle yaşadığı evine davet etmişti. Evine gittiğimde beni ilk defa görmesine rağmen sadece oğlunun arkadaşı olduğum için sevgi seline boğan annesiyle kısaca merhabalaşmıştım. Ardından arkadaşla terasa çıkmış ve sallanan koltukta sohbet etmiştik. Bir ara tuvalete gittiğinde, terasın kapısından hava karardığı için yüzünü seçemediğim başka bir erkek silüeti girdi. Kararlı adımlarla yanıma yaklaştı, başımda dikildi ve kardeşinin gay olduğundan şüphelenen bir abinin korkutuculuğuyla, bana kim olduğumu sordu. Böyle zamanlarda soğukkanlı olmak ve efemine olmayan bir tonlamayla konuşmak gerekir. Ona kendimle ilgili verdiğim kısa özetin içinde en kritik olacak bilgiyi doğru özgüvenle söyledim. Yurtdışında okudum, dedim. Dizlerinin bağı çözüldü. Savaşamayacağını anlayıp muharebe alanından yumuşak başlılıkla uzaklaştı.

Diyarbakır’da insanlarla sohbet etmenin bana verdiği hazza oyunda yer vereceğim için detaylı değinmiyorum ancak, muhabbetlerinin kültürel ve politik derinliği beni diriltiyor Birkaç ay içinde Kürtlerle aşık atacak hale gelmem kolay değil ancak zor durumlar için, benim de arkamda kapı gibi frankofoni var. Bir yandan İsmail Beşikçi’nin “Kendini Keşfeden Ulus Kürtler” kitabıyla tarih bilgimi telafi eder ve Kürt kimliği üzerine düşünürken, bir yandan da Guy Hocquenghem’in “Homoseksüel Arzu”su ile kendi eşcinsel kimliğimin altyapısını sağlamlaştırmayı da ihmal etmiyorum.

Haziran ayında sahneleyip oynayacağım oyun için araştırma ve yazım süreci, İstanbul’da her güne düzenli olarak yaydığım bir çalışma sistemiyle, akışkan ve sağlıklı ilerliyor. 2010 yılında Diyarbakır’da yayınlanan ve ilk Kürt LGBTIQ+ dergisi olarak bilinen Hevjin sayesinde haberdar olduğum Baki Koşar’ın romanları, Abidin Parıltı’nın “Dengbejler Sözün Yazgısı” isimli kitabı ve gazeteci Ahmet Sümbül'ün “Güneydoğu’da Fuhuş” isimli çalışması bugünlerime eşlik ediyor. İçimde genel olarak öğrenmekten, heyecan verici metin keşifleri yapmaktan ve bir oyun yazımı projesi için araştırmaya zaman ayırabiliyor olmaktan gelen bir memnuniyet var. Bu süreç içinde Barış İçin Kültürel Araştırmalar Derneği'nden Atalay Göçer ve Tuba Burak ile Mordem’den Barış Işık ve Savaş Işık’la düzenli görüşmeler yapabildiğim için şanslıyım. Hem bilgi birikimlerinden yararlanıyorum hem de tek başıma olsaydım kafamda farklı seslere bölerek tartışacağım mevzuları onlarla istişare edebiliyorum. Yazım sürecinin yalnızlığı bu diyalogların sosyal motivasyonuyla dengeleniyor. Bazı günlerdeyse ilk defa tek başıma seyirci karşısına çıkacak olmaktan, işlediğim konunun ilgilendirdiği kesimler tarafından nasıl karşılanacağıyla ilgili tereddütlerden, ya da ortaya çıkacak eserin sanatsal niteliğinin yeterince ehil olmayacağına dair korkulardan ötürü daha stresli hissediyorum. Dolayısıyla alışılagelmiş dinamikleri olan bir yaratım sürecinden geçiyorum.

Şu an için meselem, bir sanatçı olarak suya sabuna dokunma hissinin kendisinin verebileceği rehavetle yetinmeden, bana özellikle ergenliğimde zihinsel ve psikolojik güç vermiş gay sanatçılara vefa borcumu, Diyarbakır’daki yakın dönem LGBTIQ+ hareketinden ilhamla yazacağım bu tiyatro oyunu aracılığıyla, hatırlamaya devam etmek. Bir taraftan da uğruna mücadele vermediğim bir konuyu sahneye taşırken karşılaşabileceğim temkinli bakışı hem hafife almamak, hem de ondan çekinmemek.

Şu an yeryüzünde yaşayan ve kendi cinsel arzularını tanırken zorluk çeken insanların çetrefillerini onları tanımadan da duyumsuyorum. Daha 18’ine girmeden yüzlerce erkekle yatmış Amerikalı yazar Edmund White kadar olamasam da; çok geniş bir yaş, sosyal sınıf ve ırk spektrumundan erkeklerle sevişmelerimin anısını ve bana öğrettiklerini, hakkıyla yaşatabileceğime inanıyorum. Diyarbakır’da Hornet’ten tanıştığım gay erkekler ve gündelik hayatta ayarttığım straight erkekler de, oyun metninin sofistike referanslarını dengeleyerek, “halkın sesi” olacaklar. Birkaç günlük iş ziyaretimde dağ bayır seviştiğim ve bana saha araştırması yapma şansı da veren tüm Kürt erkeklerine ve yan koltuklarında giderken bana şehrin erkeklik adabını öğreten seksi taksicilere selam olsun.

Nadir Sönmez

Proje Hakkında

https://www.culture-civic.org/projeler/diyarbakir-yakin-donem-lgbti-mucadelesi

Bu sayfa 16 Mayıs 2022 tarihinde yayına alındı.
Son güncelleme: 22 Ağustos 2022